Tespit davası hukuka uygun bir faydanın söz konusu olması halinde, neticesinde verilecek hüküm ile bir şeyin varlığını veya yokluğunu tespite ve bu tespitin de herkese karşı hüküm ifade etmesine yarayan dava türüdür. Hizmet tespiti davası da adı üzerinde bir tespit davası niteliğinde olup 5510 sayılı Kanun’un 86. maddesinin 9. fıkrasında düzenlenmiştir.
MADDE 86-
…
(9) Aylık prim ve hizmet belgesi veya muhtasar ve prim hizmet beyannamesi işveren tarafından verilmeyen veya çalıştıkları Kurumca tespit edilemeyen sigortalılar, çalıştıklarını hizmetlerinin geçtiği yılın sonundan başlayarak beş yıl içerisinde iş mahkemesine başvurarak, alacakları ilâm ile ispatlayabilirlerse, bunların mahkeme kararında belirtilen aylık kazanç toplamları ile prim ödeme gün sayıları dikkate alınır.
…
Buna göre hizmet tespit davası; çalışmanın, primin ve prime esas ücretin tespiti için sigortalılar tarafından işveren veya işverenlere karşı açılabilecek bir tespit davasıdır. Bu davalarda Sosyal Güvenlik Kurumu doğrudan davalı sıfatını haiz olmayıp ihbar olunan olarak davaya dahil edileceklerdir. Bu nedenle önce kuruma başvuru zorunluluğu bu dava türü için geçerli değildir. Davanın neticesinde talep konusuna göre çalışanın hizmet süresi, çalışma günleri, esas ücreti ve ödenmesi gereken prim tutarları tespit edilebilecektir. Tespit hükmü sigortalı lehine kurulacak olursa işveren, bildirim yapmadığı zaman dilimi için hizmet belgesi düzenlemek ve ilgili primleri ödemek zorundadır. Bunun yanı sıra SGK işverenin bildirmediği döneme ilişkin bu primleri; gecikme zammı ve gecikme cezası ile işverenden tahsil etmektedir.
Hizmet tespiti davalarının uygulamada tartışmaya neden olan konuları hak düşürücü süre ve tanıkla ispat hadisesidir. Bu yazımız ile hizmet tespiti davası hakkında genel bir bilgilendirme yapmak ve akabinde Yargıtay kararları ışığında tanık delili hususunu tartışmak, bu konuda hukuki bir değerlendirmede bulunmak tarafımızca amaç edinilmiştir.
Tanık delili; takdiri deliller arasında sayılan, uyuşmazlık konusuna ilişkin üçüncü bir kişinin duyu organları ile edinmiş olduğu bilgileri mahkemeye aktardığı, tarafsız olması gereken ve uygulamada sıklıkla başvurulan bir delil türüdür. Takdiri bir delil olan tanık deliline HMK m.200’de düzenlenen senetle ispat kuralı uyarınca kesin delil ile ispat aranan hallerde başvurulamayacaktır. Bu halin iki istisnası vardır. Bunlardan “Karşı Tarafın Açık Muvafakati” kanun uyarınca kabul görürken “Hakimin Resen Araştırma İlkesine Tabi Davalar” tartışmalıdır.
MADDE 200 - Bir hakkın doğumu, düşürülmesi, devri, değiştirilmesi, yenilenmesi, ertelenmesi, ikrarı ve itfası amacıyla yapılan hukuki işlemlerin, yapıldıkları zamanki miktar veya değerleri iki bin beş yüz Türk Lirasını geçtiği takdirde senetle ispat olunması gerekir. Bu hukuki işlemlerin miktar veya değeri ödeme veya borçtan kurtarma gibi bir nedenle iki bin beş yüz Türk Lirasından aşağı düşse bile senetsiz ispat olunamaz.
Bu madde uyarınca senetle ispatı gereken hususlarda birinci fıkradaki düzenleme hatırlatılarak karşı tarafın açık muvafakati hâlinde tanık dinlenebilir.
Eğer ki maddenin son fıkrasında belirtildiği üzere, dosyanın senetle ispat parasal sınırının üzerinde bir dava olması halinde tanık dinletmek isteyen taraf karşı tarafın tanık dinletilmesine açıkça muvafakat etmesi halinde bu delile başvurabilecektir. Kanun metninde yer alan senetle ispat kuralının parasal sınırı her sene yeniden tespit edilen değerleme oranına göre değişmektedir. 24/11/2016 tarihinde yürürlüğe giren 6763 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un 44. maddesi ile 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'na şu şekilde bir ekleme yapılmıştır;
MADDE 44- 6100 sayılı Kanuna aşağıdaki ek madde eklenmiştir.
“Parasal sınırların artırılması
EK MADDE 1- (1) 200 üncü, 201 inci, 341 inci, 362 nci ve 369 uncu maddelerdeki parasal sınırlar her takvim yılı başından geçerli olmak üzere, önceki yılda uygulanan parasal sınırların; o yıl için 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanununun mükerrer 298 inci maddesi hükümleri uyarınca Maliye Bakanlığınca her yıl tespit ve ilan edilen yeniden değerleme oranında artırılması suretiyle uygulanır. Bu şekilde belirlenen sınırların on Türk lirasını aşmayan kısımları dikkate alınmaz.
(2) 200 üncü ve 201 inci maddelerdeki parasal sınırların uygulanmasında hukuki işlemin yapıldığı, 341 inci, 362 nci ve 369 uncu maddelerdeki parasal sınırların uygulanmasında hükmün verildiği tarihteki miktar esas alınır.”
İlgili düzenlemenin son fıkrasından anlaşılacağı üzere hukuki işlemin gerçekleştiği yılın parasal sınırı tayin edilecek ve ona göre tanık deliline başvurulup başvurulamayacağı belirlenebilecektir. Karşı yanın açık muvafakati olduğu sürece tanık deliline parasal sınırın üzerindeki dosyalarda başvurulabilecektir.
Uygulamada ve Yargıtay’da tartışmaya konu olan ikinci istisna ise hakimin re’sen inceleme ilkesinin geçerli olduğu davalardır. T.C. Anayasası’nın 60.maddesiyle düzenlenen sosyal güvenlik hakkı; her bireyin sahip olduğu, vazgeçilemez, temel haklardandır. Devlet Anayasa ile bireylerin sosyal güvenliğini sağlamakla yükümlü kılınmıştır. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu da bu amaçla düzenlenmiştir. Hem anayasa hem de kanun hükmüyle görüldüğü üzere sigortalılık ihtiyari değil zorunlu bir unsur olup uygulanmasında ve korunmasında kamu yararı söz konusudur.
Hizmet tespiti davası 5510 sayılı Kanun’da düzenlenmiş bir dava çeşididir. Yapısı ve niteliği itibariyle hizmet davası kamu yararının korunmak istendiği bu davada hakimin re'sen araştırma ilkesinin bulunduğu kabul görülmektedir. Zira İş ve Sosyal Güvenlik hukukunda re’sen araştırma ilkesinin uygulandığı, bu kapsamda zengin bir içtihat birikiminin olduğu aşikardır. Bununla birlikte 4857 Sayılı İş Kanunu’nda yer alan düzenlemeler emredici nitelikte olduğundan kamu müdahalesi ve kamu yararının ön planda olduğu bir kez daha anlaşılmaktadır. İş hukuku alanında amaç özellikle sosyal güvenlik açısından işvereni denetlemek ve hukuka uygun şekilde hareket etmesini sağlamaktır. Bu denetimde kamu yararının varlığı tartışmasız bir konudur. Özellikle hizmet tespit davaları için Yargıtay’ın 10. ve 22. Hukuk Daireleri’nin “özel bir duyarlılıkla ve özenle yürütülmesinin zorunlu ve gerekli bulunduğu gözetilerek; hak kayıplarının ve gerçeğe aykırı sigortalılık süresi edinme durumlarının önlenmesi, temel insan haklarından olan sosyal güvenlik hakkının korunabilmesi için, bu tür davalarda, tarafların gösterdiği kanıtlarla yetinilmeyip, gerek görüldüğünde, “re’sen araştırma yapılarak kanıt toplanabileceğini ” yönündeki tespit ve kanaatleri uygulamaya yön vermektedir. Bu minvalde; hizmet tespiti davasında iddia edilen ücret tutarının senetle ispat sınırının üzerinde olması halinde tanık deliline başvurulmak isteniyorsa, karşı tarafın açık muvafakati aranmadan doğrudan mahkemeden talepte bulunarak tanıkların duruşma sırasında dinletilmesine karar verilmesi ya da mahkemenin doğrudan tanık dinlemeye re’sen karar verebilmesi söz konusudur. Yine bu yönde hüküm kurulmuş bazı Yargıtay kararlarının özellikle ilgili kısımlarına aşağıda yer verilmektedir;
T.C.
Yargıtay
10. Hukuk Dairesi
E. 2016/4957
K. 2016/7623
T. 9.5.2016
DAVA : Dava, hizmet tespiti istemine ilişkindir.
...
Dairemizin, .../...E., ... K. sayılı no'lu ilamıyla; davacının çalışmasının gerçekliği, işin ve işyerinin kapsam ve niteliğiyle süresinin belirlenebilmesi amacıyla; re'sen araştırma ilkesi doğrultusunda, davalı Kuruma verilmiş dönem bordrolarından kayden çalışması görünen ve uyuşmazlığa konu dönemi kapsar şekilde çalışması bulunan tanıklardan kanaat edinmeye yetecek kadarının re'sen belirlenerek, beyanlarına başvurulmalı; talep edilen döneme dair bordro tanıklarına ulaşılamadığı takdirde, sigortalı ile birlikte çalışan kişiler ile aynı çevrede işyeri olan, işveren, ya da, bu işverenlerin çalıştırdığı kişiler re'sen saptanarak bilgi ve görgülerine başvurulmalı; görünmeyen çalışmalarının hangi sebeplerle kayıtlara geçmediği, ya da, bildirim dışı kaldığı hususu yeterince araştırılmalı; toplanan tüm kanıtlar birlikte değerlendirildikten sonra elde edilecek sonuca göre bir karar verilmeli, gerekçesiyle bozulmuş ise de bozmanın gereklerinin tam olarak yerine getirilmediği anlaşılmıştır.
Mahkemece, işçilik alacağı dosyasının, kuvvetli delil olduğu ve hizmet bildirimi yapılmayan 26.6.2001 ve 19.11.2003 tarihlerinde davalı işveren tarafından imzalı sağlık belgeleri gözetilerek re'sen araştırma ilkesi doğrultusunda, davalı Kuruma verilmiş dönem bordrolarından kayden çalışması görünen ve uyuşmazlığa konu dönemi kapsar şekilde çalışması bulunan tanıklardan kanaat edinmeye yetecek kadarının re'sen belirlenerek, beyanlarına başvurulmalı, ayrıca çalışılan yerin lokanta olduğu gözetildiğinde Belediye'de, sağlık kontrolleri ile ilgili belgelerin bulunması halinde irdelenmesi ve elde edilecek sonuca göre karar verilmelidir.
Mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular göz ardı edilerek eksik araştırma ve inceleme sonucu yazılı şekilde hüküm kurulması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
T.C.
Yargıtay
10.HukukDairesi
E. 2019/3015
K. 2020/277
T. 20/01/2020
DAVA: Dava, sigorta primine esas kazanç (ücret) tutarının tespiti istemine ilişkindir.
...
Ücret tutarı maddede belirtilen sınırları aştığı takdirde, tespiti gereken gerçek ücretin; hukuksal geçerliliğe sahip olarak düzenlenmiş bulunmaları kaydıyla, sigortalının imzasını içeren aylık ücreti gösteren para makbuzları, banka kayıtları, ticari defter kayıtları, ücret bordroları gibi belgelerle kanıtlanması olanaklıdır. Yazılı delille ispat sınırının altında kalan miktar için tanık dinlenebileceği gibi, tespiti istenen miktar sınırı aşsa dahi varlığı iddia edilen çalışmanın öncesine ve sonrasına ait yazılı delil başlangıcı sayılabilecek belgeler bulunuyorsa tanık dinlenmesi mümkündür. Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 20.10.2010 gün ve 2010/10-480 Esas - 2010/523 Karar, 20.10.2010 gün ve 2010/10-481 Esas - 2010/524 Karar, 20.10.2010 gün ve 2010/10-482 Esas - 2010/525 Karar, 19.10.2011 gün ve 2011/10-608 Esas - 2011/649 Karar, 19.06.2013 gün ve 2012/10-1617 Esas - 2013/850 Karar sayılı ilamlarında da aynı görüş ve yaklaşım benimsenmiştir.
Bununla birlikte Yargıtay’da hizmet tespit davasında tespiti talep edilen ücret tutarının senetle ispat parasal sınırının üzerinde olması halinde yazılı delil ile ispat şartının aranacağı ve tanık deliline başvurulmayacağına yönelik kararlar da vardır. Hatta bu konuda 2019 yılında verilmiş bir Hukuk Genel Kurul Kararı mevcuttur. İşbu karara göre;
T.C.
Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu
2016/920 E. , 2019/1143 K.
…
(6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (HMK) 200.) maddesinde yazılı sınırları aşan ücret alma iddialarının yazılı delille kanıtlanması zorunluluğu bulunmaktadır. Ücret miktarı HUMK’nın 288. (HMK'nın 200.) maddesinde belirtilen sınırları aşıyorsa, tespiti gereken gerçek ücretin; hukuksal geçerliliğe haiz olarak düzenlenmiş bulunmak kaydıyla, işçinin imzasının bulunduğu aylık ücreti gösteren para makbuzları, banka kayıtları, ticari defter kayıtları, ücret bordroları gibi belgelerle ispatı mümkündür. Yazılı delille ispat sınırının altında kalan miktar için veya bu miktar üzerinde olsa bile varlığı iddia edilen çalışmanın öncesine ve sonrasına ait yazılı delil başlangıcı sayılabilecek belgelerin bulunması hâlinde tanık dinletilmesi mümkündür (1086 sayılı HUMK m. 292 (6100 sayılı HMK m. 202). 506 sayılı Kanun'un 78. maddesi ile 5510 sayılı Kanun’un 82. maddesinde prime esas günlük kazançların alt ve üst sınırlarının ne olacağı gösterilmiştir. Günlük kazancın alt sınırı HUMK’nın 288. (HMK'nın 200.) maddesinde belirtilen sınırı aşıyorsa, ücretin yazılı delille saptanması gereğinin pratikte bir önemi kalmayacaktır. Zira 506 sayılı Kanun'un 78. maddesi ve 5510 sayılı Kanun’un 82. maddesine göre, “...günlük kazançları alt sınırın altında olan sigortalılar ile ücretsiz çalışan sigortalıların günlük kazançları alt sınır üzerinden hesaplanır.” Ücretin alt sınırla tespit edilen miktardan fazla olması hâlinde ise, günlük kazancın hesaplanmasında asgari ücret esas alınır. Hâl böyle olunca, ücret miktarı HMK’nın geçici 1. maddesinin 2. fıkrası delaletiyle HUMK'nın 288. (HMK'nın 200.) maddesinde belirtilen sınırları aşıyorsa, tespiti gereken gerçek ücretin; hukuksal geçerliliğe haiz olarak düzenlenmiş bulunmak kaydıyla işçinin imzasının bulunduğu aylık ücreti gösteren para makbuzları, banka kayıtları, ticari defter kayıtları, ücret bordroları gibi belgelerle ispatı mümkün olduğundan, buna göre araştırma yapılması gerekmektedir. Somut uyuşmazlıkta; davacı, davalı ...’ya ait iş yerinde 14.09.2007-12.12.2008 tarihleri arası çalıştığını ve aylık ücretinin net 1.050,00TL olduğunun tespitini talep etmiştir. Dosyaya ilk bozma kararından sonra ibraz edilen ve davalı işverenden sadır olup mahkemece yazılı delil başlangıcı olduğu belirtilen 15.09.2008 tarihli belgeye göre, davacının 01.08.2006 tarihinden itibaren çalıştığı, aylık 2.000,00TL ücret aldığı belirtilmiştir. Anılan bu belge aslı mahkemece ilgili bankadan temin edilerek dosya arasına da alınmıştır. Mahkemece, işverenin, davacının aylık net ücretinin 2.000,00TL olduğunu belirten ve ilgili bankaya gönderilen 15.09.2008 tarihli belge, yazılı delil başlangıcı kabul edilerek ve tanıklar dinlenerek davacının iddia ettiği ücreti aldığı sonucuna varılarak talebin kabulüne karar verilmiştir. Ne var ki, mahkemece ulaşılan bu sonuç isabetli değildir. Şöyle ki; dava dilekçesinde davacının çalıştığını iddia ettiği tarihler ve aldığını iddia ettiği ücret miktarlarıyla, bankaya verilen yukarıda değinilen belgedeki çalışmaya başladığı tarih yanında aldığı belirtilen aylık ücret miktarları kendi içinde çelişkilidir. Bununla birlikte Hukuk Genel Kurulunun 19.06.2013 tarihli ve 2012/10-1617 E., 2013/850 K. ile 09.05.2018 tarihli ve 2016/21-439 E., 2018/1041 sayılı kararlarında da belirtildiği üzere, bankaya hitaben yazılan yazının hukuksal geçerliliğe haiz olarak düzenlenmiş yazılı bir belge olmadığı açıktır…
Karara göre tespiti talep edilen ücret miktarı HMK. m. 200’de belirtilen parasal sınırın üzerindeyse yazılı, kesin bir delil ile ispatı mümkün olabilecektir. Hukuk Genel Kurulu’nun bu kararı oy birliği ile alınmamış olup karşı oyu mevcuttur. Karşı oyun gerekçesi ise şu şekildedir;
“Çoğunluk görüşü ile prime esas kazancın tespiti davası; a) Kamu düzeninden sayılmamış, resen araştırma ilkesi uygulanmamış, taraflarca hazırlama ilkesi davası gibi kabul edilmiştir. b) Senetle ispat kuralı kabul edilmesine rağmen, işverenden sadır yazılı belgeye itibar edilemeyeceği belirtilerek çelişkiye düşülmüştür. c) 4857 sayılı İş Kanunu, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun emredici hükümleri, özellikle anılan hükümlerdeki emsal ücret ve asgari işçilik miktarının belirlenmesi kuralları dikkate alınmamıştır. d) Resen araştırma ilkesi uyarınca isabetli olarak işverenden sadır belge, işverenin kabulü veya ikrarı kabul edilmemesine rağmen, diğer bir kesin delil olan senetle ispat kuralının kabul edilmesi sureti ile çelişki yaratılmıştır. e) Senetle ispat kuralı ile sigortalı adına primi takip etme görevi olan kurumun, bu görevi ile Anayasa ile vazgeçilmez hak olarak kabul edilen sosyal güvenlik hakkı sınırlandırılmaktadır.”
Görüş ayrılığı yaşanan bu konudan ne yazık ki ilk derece mahkemeleri nasibini almış ve taraflar da belirsiz bir uygulama ile karşı karşıya kalmıştır. Her iki görüş ışığında hizmet tespiti davası niteliği ve getirileri ile ele alındığında; Anayasa’dan doğan sigortalılık hakkının korunması için kamu müdahalesinin gerekli olduğu, dolayısıyla mahkemece re’sen araştırma prensibinin uygulanarak kamu yararının korunması gerektiği, bu sebeplerle yargılamada her türlü delil ile ispat imkanı tanınarak sigortalının senetle ispat kuralına takılmasının sigortalının Anayasa’dan doğan temel haklarını kullanmasına engel teşkil edeceği, bu vesile ile hizmet tespiti davasında tespiti talep edilen ücret miktarı senetle ispat parasal sınırının üzerinde olsa dahi istisna kabul edilerek yargılamada tanık deliline başvurulması gerektiğinin kabul edilmesi hukukun ve hakkaniyetin gereğidir.
Yazar : Av. Selen SÜSLER
Tespit davası hukuka uygun bir faydanın söz konusu olması halinde, neticesinde verilecek hüküm ile bir şeyin varlığını veya yokluğunu tespite ve bu tespitin de herkese karşı hüküm ifade etmesine yarayan dava türüdür. Hizmet tespiti davası da adı üzerinde bir tespit davası niteliğinde olup 5510 sayılı Kanun’un 86. maddesinin 9. fıkrasında düzenlenmiştir.
MADDE 86-
…
(9) Aylık prim ve hizmet belgesi veya muhtasar ve prim hizmet beyannamesi işveren tarafından verilmeyen veya çalıştıkları Kurumca tespit edilemeyen sigortalılar, çalıştıklarını hizmetlerinin geçtiği yılın sonundan başlayarak beş yıl içerisinde iş mahkemesine başvurarak, alacakları ilâm ile ispatlayabilirlerse, bunların mahkeme kararında belirtilen aylık kazanç toplamları ile prim ödeme gün sayıları dikkate alınır.
…
Buna göre hizmet tespit davası; çalışmanın, primin ve prime esas ücretin tespiti için sigortalılar tarafından işveren veya işverenlere karşı açılabilecek bir tespit davasıdır. Bu davalarda Sosyal Güvenlik Kurumu doğrudan davalı sıfatını haiz olmayıp ihbar olunan olarak davaya dahil edileceklerdir. Bu nedenle önce kuruma başvuru zorunluluğu bu dava türü için geçerli değildir. Davanın neticesinde talep konusuna göre çalışanın hizmet süresi, çalışma günleri, esas ücreti ve ödenmesi gereken prim tutarları tespit edilebilecektir. Tespit hükmü sigortalı lehine kurulacak olursa işveren, bildirim yapmadığı zaman dilimi için hizmet belgesi düzenlemek ve ilgili primleri ödemek zorundadır. Bunun yanı sıra SGK işverenin bildirmediği döneme ilişkin bu primleri; gecikme zammı ve gecikme cezası ile işverenden tahsil etmektedir.
Hizmet tespiti davalarının uygulamada tartışmaya neden olan konuları hak düşürücü süre ve tanıkla ispat hadisesidir. Bu yazımız ile hizmet tespiti davası hakkında genel bir bilgilendirme yapmak ve akabinde Yargıtay kararları ışığında tanık delili hususunu tartışmak, bu konuda hukuki bir değerlendirmede bulunmak tarafımızca amaç edinilmiştir.
Tanık delili; takdiri deliller arasında sayılan, uyuşmazlık konusuna ilişkin üçüncü bir kişinin duyu organları ile edinmiş olduğu bilgileri mahkemeye aktardığı, tarafsız olması gereken ve uygulamada sıklıkla başvurulan bir delil türüdür. Takdiri bir delil olan tanık deliline HMK m.200’de düzenlenen senetle ispat kuralı uyarınca kesin delil ile ispat aranan hallerde başvurulamayacaktır. Bu halin iki istisnası vardır. Bunlardan “Karşı Tarafın Açık Muvafakati” kanun uyarınca kabul görürken “Hakimin Resen Araştırma İlkesine Tabi Davalar” tartışmalıdır.
MADDE 200 - Bir hakkın doğumu, düşürülmesi, devri, değiştirilmesi, yenilenmesi, ertelenmesi, ikrarı ve itfası amacıyla yapılan hukuki işlemlerin, yapıldıkları zamanki miktar veya değerleri iki bin beş yüz Türk Lirasını geçtiği takdirde senetle ispat olunması gerekir. Bu hukuki işlemlerin miktar veya değeri ödeme veya borçtan kurtarma gibi bir nedenle iki bin beş yüz Türk Lirasından aşağı düşse bile senetsiz ispat olunamaz.
Bu madde uyarınca senetle ispatı gereken hususlarda birinci fıkradaki düzenleme hatırlatılarak karşı tarafın açık muvafakati hâlinde tanık dinlenebilir.
Eğer ki maddenin son fıkrasında belirtildiği üzere, dosyanın senetle ispat parasal sınırının üzerinde bir dava olması halinde tanık dinletmek isteyen taraf karşı tarafın tanık dinletilmesine açıkça muvafakat etmesi halinde bu delile başvurabilecektir. Kanun metninde yer alan senetle ispat kuralının parasal sınırı her sene yeniden tespit edilen değerleme oranına göre değişmektedir. 24/11/2016 tarihinde yürürlüğe giren 6763 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un 44. maddesi ile 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'na şu şekilde bir ekleme yapılmıştır;
MADDE 44- 6100 sayılı Kanuna aşağıdaki ek madde eklenmiştir.
“Parasal sınırların artırılması
EK MADDE 1- (1) 200 üncü, 201 inci, 341 inci, 362 nci ve 369 uncu maddelerdeki parasal sınırlar her takvim yılı başından geçerli olmak üzere, önceki yılda uygulanan parasal sınırların; o yıl için 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanununun mükerrer 298 inci maddesi hükümleri uyarınca Maliye Bakanlığınca her yıl tespit ve ilan edilen yeniden değerleme oranında artırılması suretiyle uygulanır. Bu şekilde belirlenen sınırların on Türk lirasını aşmayan kısımları dikkate alınmaz.
(2) 200 üncü ve 201 inci maddelerdeki parasal sınırların uygulanmasında hukuki işlemin yapıldığı, 341 inci, 362 nci ve 369 uncu maddelerdeki parasal sınırların uygulanmasında hükmün verildiği tarihteki miktar esas alınır.”
İlgili düzenlemenin son fıkrasından anlaşılacağı üzere hukuki işlemin gerçekleştiği yılın parasal sınırı tayin edilecek ve ona göre tanık deliline başvurulup başvurulamayacağı belirlenebilecektir. Karşı yanın açık muvafakati olduğu sürece tanık deliline parasal sınırın üzerindeki dosyalarda başvurulabilecektir.
Uygulamada ve Yargıtay’da tartışmaya konu olan ikinci istisna ise hakimin re’sen inceleme ilkesinin geçerli olduğu davalardır. T.C. Anayasası’nın 60.maddesiyle düzenlenen sosyal güvenlik hakkı; her bireyin sahip olduğu, vazgeçilemez, temel haklardandır. Devlet Anayasa ile bireylerin sosyal güvenliğini sağlamakla yükümlü kılınmıştır. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu da bu amaçla düzenlenmiştir. Hem anayasa hem de kanun hükmüyle görüldüğü üzere sigortalılık ihtiyari değil zorunlu bir unsur olup uygulanmasında ve korunmasında kamu yararı söz konusudur.
Hizmet tespiti davası 5510 sayılı Kanun’da düzenlenmiş bir dava çeşididir. Yapısı ve niteliği itibariyle hizmet davası kamu yararının korunmak istendiği bu davada hakimin re'sen araştırma ilkesinin bulunduğu kabul görülmektedir. Zira İş ve Sosyal Güvenlik hukukunda re’sen araştırma ilkesinin uygulandığı, bu kapsamda zengin bir içtihat birikiminin olduğu aşikardır. Bununla birlikte 4857 Sayılı İş Kanunu’nda yer alan düzenlemeler emredici nitelikte olduğundan kamu müdahalesi ve kamu yararının ön planda olduğu bir kez daha anlaşılmaktadır. İş hukuku alanında amaç özellikle sosyal güvenlik açısından işvereni denetlemek ve hukuka uygun şekilde hareket etmesini sağlamaktır. Bu denetimde kamu yararının varlığı tartışmasız bir konudur. Özellikle hizmet tespit davaları için Yargıtay’ın 10. ve 22. Hukuk Daireleri’nin “özel bir duyarlılıkla ve özenle yürütülmesinin zorunlu ve gerekli bulunduğu gözetilerek; hak kayıplarının ve gerçeğe aykırı sigortalılık süresi edinme durumlarının önlenmesi, temel insan haklarından olan sosyal güvenlik hakkının korunabilmesi için, bu tür davalarda, tarafların gösterdiği kanıtlarla yetinilmeyip, gerek görüldüğünde, “re’sen araştırma yapılarak kanıt toplanabileceğini ” yönündeki tespit ve kanaatleri uygulamaya yön vermektedir. Bu minvalde; hizmet tespiti davasında iddia edilen ücret tutarının senetle ispat sınırının üzerinde olması halinde tanık deliline başvurulmak isteniyorsa, karşı tarafın açık muvafakati aranmadan doğrudan mahkemeden talepte bulunarak tanıkların duruşma sırasında dinletilmesine karar verilmesi ya da mahkemenin doğrudan tanık dinlemeye re’sen karar verebilmesi söz konusudur. Yine bu yönde hüküm kurulmuş bazı Yargıtay kararlarının özellikle ilgili kısımlarına aşağıda yer verilmektedir;
T.C.
Yargıtay
10. Hukuk Dairesi
E. 2016/4957
K. 2016/7623
T. 9.5.2016
DAVA : Dava, hizmet tespiti istemine ilişkindir.
...
Dairemizin, .../...E., ... K. sayılı no'lu ilamıyla; davacının çalışmasının gerçekliği, işin ve işyerinin kapsam ve niteliğiyle süresinin belirlenebilmesi amacıyla; re'sen araştırma ilkesi doğrultusunda, davalı Kuruma verilmiş dönem bordrolarından kayden çalışması görünen ve uyuşmazlığa konu dönemi kapsar şekilde çalışması bulunan tanıklardan kanaat edinmeye yetecek kadarının re'sen belirlenerek, beyanlarına başvurulmalı; talep edilen döneme dair bordro tanıklarına ulaşılamadığı takdirde, sigortalı ile birlikte çalışan kişiler ile aynı çevrede işyeri olan, işveren, ya da, bu işverenlerin çalıştırdığı kişiler re'sen saptanarak bilgi ve görgülerine başvurulmalı; görünmeyen çalışmalarının hangi sebeplerle kayıtlara geçmediği, ya da, bildirim dışı kaldığı hususu yeterince araştırılmalı; toplanan tüm kanıtlar birlikte değerlendirildikten sonra elde edilecek sonuca göre bir karar verilmeli, gerekçesiyle bozulmuş ise de bozmanın gereklerinin tam olarak yerine getirilmediği anlaşılmıştır.
Mahkemece, işçilik alacağı dosyasının, kuvvetli delil olduğu ve hizmet bildirimi yapılmayan 26.6.2001 ve 19.11.2003 tarihlerinde davalı işveren tarafından imzalı sağlık belgeleri gözetilerek re'sen araştırma ilkesi doğrultusunda, davalı Kuruma verilmiş dönem bordrolarından kayden çalışması görünen ve uyuşmazlığa konu dönemi kapsar şekilde çalışması bulunan tanıklardan kanaat edinmeye yetecek kadarının re'sen belirlenerek, beyanlarına başvurulmalı, ayrıca çalışılan yerin lokanta olduğu gözetildiğinde Belediye'de, sağlık kontrolleri ile ilgili belgelerin bulunması halinde irdelenmesi ve elde edilecek sonuca göre karar verilmelidir.
Mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular göz ardı edilerek eksik araştırma ve inceleme sonucu yazılı şekilde hüküm kurulması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
T.C.
Yargıtay
10.HukukDairesi
E. 2019/3015
K. 2020/277
T. 20/01/2020
DAVA: Dava, sigorta primine esas kazanç (ücret) tutarının tespiti istemine ilişkindir.
...
Ücret tutarı maddede belirtilen sınırları aştığı takdirde, tespiti gereken gerçek ücretin; hukuksal geçerliliğe sahip olarak düzenlenmiş bulunmaları kaydıyla, sigortalının imzasını içeren aylık ücreti gösteren para makbuzları, banka kayıtları, ticari defter kayıtları, ücret bordroları gibi belgelerle kanıtlanması olanaklıdır. Yazılı delille ispat sınırının altında kalan miktar için tanık dinlenebileceği gibi, tespiti istenen miktar sınırı aşsa dahi varlığı iddia edilen çalışmanın öncesine ve sonrasına ait yazılı delil başlangıcı sayılabilecek belgeler bulunuyorsa tanık dinlenmesi mümkündür. Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 20.10.2010 gün ve 2010/10-480 Esas - 2010/523 Karar, 20.10.2010 gün ve 2010/10-481 Esas - 2010/524 Karar, 20.10.2010 gün ve 2010/10-482 Esas - 2010/525 Karar, 19.10.2011 gün ve 2011/10-608 Esas - 2011/649 Karar, 19.06.2013 gün ve 2012/10-1617 Esas - 2013/850 Karar sayılı ilamlarında da aynı görüş ve yaklaşım benimsenmiştir.
Bununla birlikte Yargıtay’da hizmet tespit davasında tespiti talep edilen ücret tutarının senetle ispat parasal sınırının üzerinde olması halinde yazılı delil ile ispat şartının aranacağı ve tanık deliline başvurulmayacağına yönelik kararlar da vardır. Hatta bu konuda 2019 yılında verilmiş bir Hukuk Genel Kurul Kararı mevcuttur. İşbu karara göre;
T.C.
Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu
2016/920 E. , 2019/1143 K.
…
(6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (HMK) 200.) maddesinde yazılı sınırları aşan ücret alma iddialarının yazılı delille kanıtlanması zorunluluğu bulunmaktadır. Ücret miktarı HUMK’nın 288. (HMK'nın 200.) maddesinde belirtilen sınırları aşıyorsa, tespiti gereken gerçek ücretin; hukuksal geçerliliğe haiz olarak düzenlenmiş bulunmak kaydıyla, işçinin imzasının bulunduğu aylık ücreti gösteren para makbuzları, banka kayıtları, ticari defter kayıtları, ücret bordroları gibi belgelerle ispatı mümkündür. Yazılı delille ispat sınırının altında kalan miktar için veya bu miktar üzerinde olsa bile varlığı iddia edilen çalışmanın öncesine ve sonrasına ait yazılı delil başlangıcı sayılabilecek belgelerin bulunması hâlinde tanık dinletilmesi mümkündür (1086 sayılı HUMK m. 292 (6100 sayılı HMK m. 202). 506 sayılı Kanun'un 78. maddesi ile 5510 sayılı Kanun’un 82. maddesinde prime esas günlük kazançların alt ve üst sınırlarının ne olacağı gösterilmiştir. Günlük kazancın alt sınırı HUMK’nın 288. (HMK'nın 200.) maddesinde belirtilen sınırı aşıyorsa, ücretin yazılı delille saptanması gereğinin pratikte bir önemi kalmayacaktır. Zira 506 sayılı Kanun'un 78. maddesi ve 5510 sayılı Kanun’un 82. maddesine göre, “...günlük kazançları alt sınırın altında olan sigortalılar ile ücretsiz çalışan sigortalıların günlük kazançları alt sınır üzerinden hesaplanır.” Ücretin alt sınırla tespit edilen miktardan fazla olması hâlinde ise, günlük kazancın hesaplanmasında asgari ücret esas alınır. Hâl böyle olunca, ücret miktarı HMK’nın geçici 1. maddesinin 2. fıkrası delaletiyle HUMK'nın 288. (HMK'nın 200.) maddesinde belirtilen sınırları aşıyorsa, tespiti gereken gerçek ücretin; hukuksal geçerliliğe haiz olarak düzenlenmiş bulunmak kaydıyla işçinin imzasının bulunduğu aylık ücreti gösteren para makbuzları, banka kayıtları, ticari defter kayıtları, ücret bordroları gibi belgelerle ispatı mümkün olduğundan, buna göre araştırma yapılması gerekmektedir. Somut uyuşmazlıkta; davacı, davalı ...’ya ait iş yerinde 14.09.2007-12.12.2008 tarihleri arası çalıştığını ve aylık ücretinin net 1.050,00TL olduğunun tespitini talep etmiştir. Dosyaya ilk bozma kararından sonra ibraz edilen ve davalı işverenden sadır olup mahkemece yazılı delil başlangıcı olduğu belirtilen 15.09.2008 tarihli belgeye göre, davacının 01.08.2006 tarihinden itibaren çalıştığı, aylık 2.000,00TL ücret aldığı belirtilmiştir. Anılan bu belge aslı mahkemece ilgili bankadan temin edilerek dosya arasına da alınmıştır. Mahkemece, işverenin, davacının aylık net ücretinin 2.000,00TL olduğunu belirten ve ilgili bankaya gönderilen 15.09.2008 tarihli belge, yazılı delil başlangıcı kabul edilerek ve tanıklar dinlenerek davacının iddia ettiği ücreti aldığı sonucuna varılarak talebin kabulüne karar verilmiştir. Ne var ki, mahkemece ulaşılan bu sonuç isabetli değildir. Şöyle ki; dava dilekçesinde davacının çalıştığını iddia ettiği tarihler ve aldığını iddia ettiği ücret miktarlarıyla, bankaya verilen yukarıda değinilen belgedeki çalışmaya başladığı tarih yanında aldığı belirtilen aylık ücret miktarları kendi içinde çelişkilidir. Bununla birlikte Hukuk Genel Kurulunun 19.06.2013 tarihli ve 2012/10-1617 E., 2013/850 K. ile 09.05.2018 tarihli ve 2016/21-439 E., 2018/1041 sayılı kararlarında da belirtildiği üzere, bankaya hitaben yazılan yazının hukuksal geçerliliğe haiz olarak düzenlenmiş yazılı bir belge olmadığı açıktır…
Karara göre tespiti talep edilen ücret miktarı HMK. m. 200’de belirtilen parasal sınırın üzerindeyse yazılı, kesin bir delil ile ispatı mümkün olabilecektir. Hukuk Genel Kurulu’nun bu kararı oy birliği ile alınmamış olup karşı oyu mevcuttur. Karşı oyun gerekçesi ise şu şekildedir;
“Çoğunluk görüşü ile prime esas kazancın tespiti davası; a) Kamu düzeninden sayılmamış, resen araştırma ilkesi uygulanmamış, taraflarca hazırlama ilkesi davası gibi kabul edilmiştir. b) Senetle ispat kuralı kabul edilmesine rağmen, işverenden sadır yazılı belgeye itibar edilemeyeceği belirtilerek çelişkiye düşülmüştür. c) 4857 sayılı İş Kanunu, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun emredici hükümleri, özellikle anılan hükümlerdeki emsal ücret ve asgari işçilik miktarının belirlenmesi kuralları dikkate alınmamıştır. d) Resen araştırma ilkesi uyarınca isabetli olarak işverenden sadır belge, işverenin kabulü veya ikrarı kabul edilmemesine rağmen, diğer bir kesin delil olan senetle ispat kuralının kabul edilmesi sureti ile çelişki yaratılmıştır. e) Senetle ispat kuralı ile sigortalı adına primi takip etme görevi olan kurumun, bu görevi ile Anayasa ile vazgeçilmez hak olarak kabul edilen sosyal güvenlik hakkı sınırlandırılmaktadır.”
Görüş ayrılığı yaşanan bu konudan ne yazık ki ilk derece mahkemeleri nasibini almış ve taraflar da belirsiz bir uygulama ile karşı karşıya kalmıştır. Her iki görüş ışığında hizmet tespiti davası niteliği ve getirileri ile ele alındığında; Anayasa’dan doğan sigortalılık hakkının korunması için kamu müdahalesinin gerekli olduğu, dolayısıyla mahkemece re’sen araştırma prensibinin uygulanarak kamu yararının korunması gerektiği, bu sebeplerle yargılamada her türlü delil ile ispat imkanı tanınarak sigortalının senetle ispat kuralına takılmasının sigortalının Anayasa’dan doğan temel haklarını kullanmasına engel teşkil edeceği, bu vesile ile hizmet tespiti davasında tespiti talep edilen ücret miktarı senetle ispat parasal sınırının üzerinde olsa dahi istisna kabul edilerek yargılamada tanık deliline başvurulması gerektiğinin kabul edilmesi hukukun ve hakkaniyetin gereğidir.
Yazar : Av. Selen SÜSLER